12 Ocak 2017 Perşembe

Kalemimden Karşıdaki

   
   Sana ne anlatmalıyım?
Sen gittikten sonra, havaların ısındığını mı ve benim bu ıslak sıcaklıkta, üşüdüğümü, bunu mu duymak istiyorsun benden?

     Ne anlatacaktım ki sana? Darmadağın olmuş nedensiz düşüncelerim, hüsrana dönmüş bakışlarım, acemice acıları yaşayan bir yüreğin çöküşünü mü? Tozu dumana karıştıran ayak topuklarımın, yürüyüşler sonunda karides kızarıklığı ile sızlayışlarından mı bahsedecektim?
Hiç sevinme, veya üzülme halime. Her yorgun savaşçının son bir gayretle veya zafer belirtisi gibi sağ kaldığının sevinciyle kılıcını yere çakışını mı tarif edeyim? Boş ver bunları, herkes acıda payına düşeni yaşadığı gibi tozlu yollarda genzine kaçan kum zerrecikleriyle, öksürmekle, boğulmak arasında ki bir tıkanıklıktan mı bahsedeyim? Boğazında düğümlenen bir yumrudan mı?

     Hangi acıyı kaç kişi paylaşmış ki sen, sen benim herkesimsin diyenler tarafından?
Hayat; gelgitleri geçiştiren, bir çok insanı yerde süründüren, zaman zaman yozlaşmış topraktan, bazen de kurumuş bir bataklıkta, her an ayağı takılarak batağa saplanan heyecanı ile devam etmez mi? Hangi dala tutunmalı sevgi dediğin hayatının bütün iplerini eline verdiğin bir insanın seni Karagöz Perdesi gerisinde loş ışıklı bir tiyatro perdesinde oynatılışına mı tutunmalı?

      Hadi canım sende... Senden önce de oyuncular vardı bu sahnede, giderken alkışlanan. Sonra da birkaç kürek toprakla yok olanlar, yıllar yılı saygı ile anılanlar, bazıları da kaybolanlar.

     Sen nerede olacaksın,? Alkış seslerini duyabilecek misin? Gururlanacak mısın? Ardında bıraktığın “uğrunda ölürüm” dediğin yüreğinin, yaralı bir kaplumbağa gibi iki adım ileri bir adım geriye gidişinden? 

      Sen şimdi benim mazlum oluşuma hiç sevinme, çünkü sen de, acı paylaşımın arasındaydın… gitmek isteyene dur diye bilmiş, durdurabilmiş, bu güne kadar hiç kimse olmamıştır, herhalde, olsa da sonu hüsran olmuştur. Benden çok kitap okuyan ve bana okuma alışkanlığı veren biri olarak, sen bunu daha iyi bilirsin, değil mi? Hadi yanlış de, ya, bir de, de bakalım. Boşver, bir veda etmemiş bir insandan da, bu istenir mi, bir bilen varsa söylesin, ben özür dileyeyim? Şimdi acılar içinde olduğunu kuşlar söyledi, ben de inandım ve güldüm… Kaçtı yine topuzun ucu, unuttum yine suskun olduğunu. Görüyor musun, sana bir şeylerden hiç bahsettim mi? 

      Sevgiye gelince, kimin, kimi ne kadar sevdiği, hiçbir birimle ölçülüp, kıyaslandığı görülmemiştir. Aradan yüzyıl, geçtiği hâlde, hâlâ sana yazıyorsam, bu hangi ölçüdür birimidir? SEVGİ EN ÇOK UNUTMAK İSTEYENLERİ UNUTUR  bu, ‘Sen’sen, bu, ‘Ben’sem, hiçbir şeyin değişmediği bir hüsran olur…  Vedalar sevgide, hep bilmemle, bilmiyorum la, sessizce geçiştirilmiş, benim ki, herhalde hep bilmemelerle dolu. Bilmem ki…

     Bak hava hala çok soğuk ancak karlar erimeye başlıyor. Hadi bana şu yağan karı bir daha sevdirmeye çalış, sevemem ki... E ben o malum saate, elimde bir sigara dumanların peşi sıra, bakalım sabaha dek yolculuk nereye kadar?  Herhalde sen işlerini bitirmişsindir? Bitirmişsindir…
Hani o malum saatler… Senin kitap okuduğun, benim uyuyamadığım saatler…

     Hani birbirimizi hiç düşünmediğimiz saat sanki, aslında, inadına düşündüğümüz zaman dilimi… Hayat kazananların saatleri ile dolu, ben kaybedenlerdenim…

Ben sende çok kaldım,
kala, kala bittim,
arındım…
Sen bende hep kaldın,
ne yok oldun,
ne de, yok olundun…
ama, hep biten oldum…

Ortası yok bunun…