Beş yıl önce tam da bu hafta, hayatta en çok benzemek istediğim adamı, kendi ellerimle toprağa gönderdim . Bütün gençliğim, ona özenmekle, onun ayaklarının yerde bıraktığı izlere basmakla ve yürürken ardında bıraktığı ekmek kırıntılarını toplamakla geçip gidiyor.
Gecenin bir vakti, cebimde tütün kolonyası ile eve gelip, o kolonyayı verecek kimseyi bulamayınca anladım onun gerçekten gittiğini. Duvarlardaki bakışları, kapı eşiklerinden atlayarak geçen nefesi, bahçede gövdesi birbirine geçmiş ağaçlar, kırmızı halının üstündeki anason lekeleri… Bütün hepsi onunla beraber gitmişti sanki. Geride, ömür boyu sormaya korktuğum sorular bırakarak...
Bugün tam beş yıl oldu kardeşim! Tam beş yıldır sırtımda bir zıpkınla geziyorum. Ellerim yetişmiyor onu çıkarmaya. Ne zaman arkama uzansa kollarım, cam kırıklarıyla dolu bir fıçıya daldırıyorum sanki ellerimi. Ne annemin odalara yayılan ve gittikçe koyulaşan kederi, ne kardeşimin günden güne acıya uzayan boyunun açtığı oyuk. Hiçbir şey tanımlamıyor içimde genişleyen boşluğu. Durmadan devr-i daim yapan şu hayatın içinde, çarpmak için kendine göre bir kayalık arayan bir tekne gibiyim…
Beş yıl önce, tam da bu sıralar, hayatına ellerimde son vermiş bir adamı, onun sakallarına dokunmayı özlemiş ellerimle toprağa verdim. Biliyorum, imkânı olsaydı eğer, kendi gömmek isterdi bedenini toprağın altına, suyu başına değil de ayakucuna dökmek isterdi. Hayatta en çok benzemek istediğim adamdı. Şimdi omuzlarıma ceket gibi attığım kapkara bir tedirginlikle, sonumun onun gibi olmaması için çırpınıp duruyorum.
Tam beş yıl oldu kardeşim! Beş yıldır yüzümde bir kuyu deseniyle yaşıyorum. Ayakkabımın içine pıtraklar dolmuş, ceplerimde çakırdikenleri. Bana ait değil sanki kimliğimdeki fotoğraf, aynada baktığım yüz, omuzlarımdan sarkan kollarım benim değil. Kendimi beş yıl öncesinde bırakmışım; çam ağaçlarıyla dolu o mezarlıkta. Oysa bir iğde ağacının dibine gömülmek isterdin değil mi? Her rüzgâr estiğinde, iğde çiçeklerinin kokusunu duymak ve sırtını gökyüzüne dayamış bir yamaçtan izlemek isterdin denizi. Kim bilir, belki arada sırada yerinden doğrulup tuz kokusuna gitmek de gelirdi içinden. Her şey yarım kaldı kardeşim. Bak! Kazık kadar adam oldum ama yine de beceremedim sana benzemeyi...
Hayat gidenin yerine bir başkasını çıkarıyor her zaman. Ama eksik, ama fazla. Tam beş yılını doldurmuşken sensizliğin, altı gün önce dokuzuncu ayıma girdim sevdiğimle... En çok, bu anı kaçırdığın için kızıyorum sana. Onunla tanışamadığın için, ne kadar güzel bir kalbe sahip olduğunu, onunda bizden biri olduğunu bilmediğin için! Kendimizi hep farklı gördüğümüz düşüncesiyle, insanlardan bazılarının bile bize benzeme ihtimaline olanak sağlamadan çekip gittiğin için, en çok bunun için kızıyorum işte sana...
Ve bugün tam beş yıl oldu kardeşim! Ben hala sana verdiğim sözlerimden dönmedim! Ne üflüyorum ne kokluyorum... Biliyor musun sigarayı bile bıraktım. Linda 9, Sahra 10 yaşında. Annen ise annem, baban ise babamdır... Hastaneden kurtulduğum gibi bu düşünceyi benimsedim. Nuran Anne dedim, teyzeyi değiştirerek... Sosis ve sucuk sanki kendi yavrularıymış gibi kabul ettiler seninle beraber götürdüğün dostunun yavrusunu. İsmini Salam koydum. Büyüyor kocaman oldu. Tıpkı senin gibi gibi asil ve atılgan...
Bugün tam beş yıl oldu kardeşim! Şimdi sana bu mektubu yazarken, bunun sana yazdığım ilk mektup olduğunu fark ediyorum. Ve ‘keşke’ diyorum, bunların hiçbirisi yaşanmasaydı, doğru düzgün bir adam olsaydım da ben mektup yazmaktan da, şiir yazmaktan da uzakta kalsaydım.
Ve keşke ‘kardeşim' ise sahip olduğum ve tutunamadığım tek sözcük olarak kaldı derinlerimde...
Seni çok özledim...
_________________________________________________________________________
silinmiş izlerin geçtiğin bütün yollardan
ardından bıraktığın anılar gittikçe flu
ne güneşin görünüyor ortalıkta ne yağmur kokusu havada
şimdi her şey gecede sinsi yağan karla örtülü
bizi sorma soğudu birden içimizin kuytuları
ağzımızda kaldı ağıtlarımızın tortusu
bırakıp denizleri çekildik kış karanlıklarına
ıssızlığımıza düşen hep o bir damla su
yanılgılarımız yanık izleri gibi bedenlerimizde
bir bir kayıyor avuçlarımızdan sevgi yumağı yürekler
dünle yarın farklı elbet, ama bugün hep aynı
erişemediğimiz uçurumlarda soldu çiçekler
bir muska gibi gizli gizli taşıyoruz seni
tenimizin sıcaklığına karışmış öyle saklısın
bu dünya bildiğin gibi değil bizi de öldürecek
erken ölmekte galiba çok haklısın
Hüseyin Yurttaş