30 Ocak 2014 Perşembe

Kalemimden Mantık Oyunları

         Bazen, bilhassa yalnız kaldığımda düşündüğüm zaman kimi soruların aklımı kurcaladığını fark ederekten bu yayını yaptım. İnsanın kafasında cevap veremediği, beyninin daha ileriye gidemediği, bir yerde takılıp kaldığı ve düşünce aleminden çıkıp reel hayata döndüğünü fark ettim.

        Mesela bazı sorular vardır; Örneğin, Eğer insanlar olmasaydı üzerinde bulunduğumuz karaları sadece hayvanlar mı işgal edecekti? Bundan yola çıkarak bitkiler dışındaki hayvanları da göz arda edecek olursak yerkürenin üzerinde sadece karalar, denizler ve ağaçlar mı olacaktı? Ne yani Dünya öylece kendi etrafında dönüp duracak mıydı?


         Peki Dünya'yı da es geçersek sadece Güneş öylece uzay dediğimiz sonsuzlukta duracak mıydı? Böyle kısa bir an bunları düşündüğümüzde sanki yaşadığımız hayatımızdan çıkıp farklı bir yerlerde ruh gezisindeyiz gibi hissediyor insan. Ancak çok kısa sürüyor insanın reele dönmesi.

         Yalancı dediğimiz bir terim vardır. Oldukça saçma! Cem Yılmaz'da showunda bahsetmiştir. Yalan söyleyebilen bir kişinin "yalancı" sıfatına layik görülmesi olanaklı mıdır? Eğer yalan söylüyorsa bir kişi ve yalan olduğunu anlayamıyorsak o kişiye nasıl yalancı diyebiliyoruz? Yalan söyleyemeyen kişiye de yalancı diyemeyiz çünkü söyleyememiştir. E o zaman bu "Yalancı" terimi nerden türedi? Nasıl türedi? İnsan bu kadar saçma mıdır?

         Biraz klişe olacak ama, şimdi bu pinokyo "burnum uzayacak" derse burnu uzamazsa yalan söylemiş olur ve burnu uzar ama burnu uzayınca da doğruyu söylemiş olur. Peki buna yakıştıracağımız tabir ne olacaktır?

         Yada varlık var mıdır yok mudur? Hala cevabı verilemeyen bir sorudur. İnsan ruhunun kendi bedeninden ayrılıp başka bir bedene girerek, girdiği bedenin gözlerinden dünyayı görüp, o kulaklarla sesleri duyamadıktan sonra etrafından nasıl emin olabilir ki? Neye dayanaraktan. Belki de etrafımdaki hiçbir şey yok. Şahsime ait bir yaratan var ve o yaratanın gölge oyunlarındayım, sınanıyorum? Olamaz mı? Nasıl ıspatlayacaksınız?

        Ah ah... Çok derin sorular.


         

29 Ocak 2014 Çarşamba

Kalemimden Allah ile Atatürk


          Bir çocuk izledim geçenlerde Youtube'da. "Atatürk'ü neden sevelim, bizi o yaratmadı ki!" diyordu. Bunu diyen çocuk en fazla 10 yaşında. Yani okula giden çocuk. Küçük bir unsur var; başı kapalı. Maalesef çağımız halen bu çocuklara Atatürk'ü değil Allah'ı sevmemiz gerektiğini öğreten yobazlarla mücadele ediyor. Kim onun annesine babasına bizi Allah'ın değil Atatürk'ün yarattığı söyledi? Hadi cahilin biri söyledi. Peki o anne neden inandı? Allah hakkında hiç mi bir şey bilmiyor? Ya da Atatürk hakkında. Ortalık "Anne bizi Atatürk'mü yarattı?" "Allah mı daha büyük Atatürk'mü?" diye soran çocuklarla dolu. Neden biz bunu ayırt etmeyi beceremiyoruz? Ya da böylesi mi işimize geliyor? Neden laikliği beceremiyoruz? Neden din ve devlet işlerini birbirinden ayıramıyoruz?  İkisi asla kıyaslanamayacak durumdalar. Birisi herşeyden üstün ve herşeyin sahibi Tanrı niteliğinde, diğeri ise bir insan. Ama öyle bir insan ki, kendisini sadece Türk milletine adayan, bunun için savaşan, ülkeyi satmaya çalışan şerefsizlere baş kaldıran ve kazanan, hiçbir devletin sömürgesinde yaşamamıza izin vermeyen, bugün tek devlet olarak yaşamamıza olanak tanıyan bir kişidir. Okuma yazma bilmeyen cahillere ışık tutan kişidir. Çanakkale savaşını denizde ve karada 95 bin şehit vererek kazandıktan sonra, masada başta sevgili Vahdettin Paşamız tarafından pasta gibi İngilizlere sunulan bu devleti milli mücadele başlatarak ve yine savaşlar yaparak elimizde tutan kişidir. İnananlar için Allah'ın varlığı nasıl inkar edilemezse, bu ülkede yaşamış ve yaşayan tüm insanlar için de Atatürk'ün varlığı ve bu toprakları "Bağımsız Ülke" yaptığı gerçeği inkar edilemez. Bugün baktığımızda Atatürk hakkında olumsuz düşünceler besleyen kısımlarım %99'u dine daha yatkın insanlardır ve bunun sebebi de çocukluk yaşından beri Atatürk ve Allah'ın birbirlerine rakip olarak gösterilmesidir. Bunu yapan insanlar da sözde dinine daha çok sahip çıktığını sanan insanlar. Atatürk'ün kıyaslandığı Tanrı teriminden anlaşılacağı gibi, Mustafa Kemal Atatürk  Allah'la kıyaslanacak kadar büyük bir insandır.


          Artık umarım yeni yetişen çocuklara Allah ve Atatürk bilgileri birbirine karıştırılarak öğretilmeye kalkılmaz yoksa halen etrafımız "Atatürk'ü neden sevelim, bizi o yaratmadı ki!" diye ezberlediklerini dillendiren çocuklar ve onların cahil-yobaz aileleri ile dolup taşar.

Kalemimden Tanrı İkilemi




         Küçük bir çocuk iken her yemek masasından kalktığımda "Allah'ım sana şükürler olsun, olmayanlara da ver" derdi babam. Her mırıldandığında dikkatimi çekerdi.  Bunun yanı sıra bana verdiği; sürekli dua et, namaz kıl, herşeyine şükret vb. gibi öğütlerde vardı. Kuran kurslarına giderdim, Kuran okumayı öğrendim, islam tarikatlarına yada ocaklara giderdim, bilmediğim sure kalmamasına karşın, Cüppe ve Takkeyle bile dolaşmayı istemiştim. "Bu dini ben iyice öğrenicem" diye bi hırs oluşmuştu içimde. Küçüklükten beri üzerimdeki bu din baskısı bana araştırmacı bir kişilik sıfatını kazandırdı.
         Bir zaman sonra taptığım Allah'ı, inandığım dini araştırmaya başladım. Aslında manevi bir boşluk içinde olduğumu, İslam dışında bilmediğim diğer dinleri araştırmadığımın, farklı düşünceler edinmediğimin farkına vardım. 
          Araştırmalarım sonucu, edindiğim kültüre ve fazlasıyla okuduğum felsefeyi düşününce "Din" dediğimiz terimin sadece insanın kafasındaki cevabını veremediği soru işaretlerini atmak için kullandığını anladım.  
        Artık Allah'a mutluluk için şükretmiyordum. Babamın anlattığı Allah yoktu çünkü.  Kendi eğlencesi için bizleri yaratmış tabularla ve kurallarla yönlendirmeye çalışan bir Allah vardı. Ve insanlar onu sevdikleri için değil korktuklarından tapıyorlardı. İyilik eden Allah’tan iyilik bulur diyorlardı. Ancak iyilik bulmak için iyilik ediyorlardı. Namazlarını Allah için değil kendileri için kılıyorlardı farkında olmasalar da… Günde beş kez yere yatıp kalkmak neye yarar diye düşündüm. Allah'ın egolarını tatmin etmeye mi uğraşıyorsunuz? Amacınız ne? Bunları düşünerek egnoizmi seçtim. Aslında bende kafamda  cevabını veremediğim bir sorunun rüzgarına kapılıp egnoizm dedim. Bütün bu kainatı, herşeyi yaratan, tasarlayan bir kurgulayan tabiki olmalı. Beynim daha ötesinde düşünemiyordu. Herşeyin sonun elbet bir yaradana çıkıyordu ve dahada derine gidemiyordum. Bunun için egnoizme bağlı "Tanrı vardır ama asla ispatlanamaz asla görülemez ve iletişim kurulamaz" inancının mantığına gittim.
          Kötülüklerimin  Nietzsche gibi benim ben’im insanın büyük aşağılamasıdır diyerek dolaşmaya başladım bu sefer. Kendimi avutuyordum, biraz da melamiliğe bulaştım bu sefer, üst insanı düşledim, benim kalbim temiz falan dedim…       
         Hiç alakasız bir günde elimdeki kesik yarasına baktım, tüm bunları hatırladım aşklarımı günahlarımı doğruları ve yanlışları. Yalnızlıkları ve dibe vuruşları. Ve kendi kendime bir mantık yarışına koyuldum…