
Kumdan bir kale düşünün. Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız. Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra heybetli surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor. Sizse elinizde küçük plastik kovanız, sahilden topladığınız kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor. Küçük plastik kovanızla habire koşturup duruyorsunuz. Kan, ter ve panik içinde!.. O kadar odaklanmışsınız ki “onarmaya”, bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz.
Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edilebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceksiniz.
Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor. Zorladığınız ilişkilerinizin bazen zorlamayı haketmediğini bilmeniz gerekiyor. Bir insana verdiğiniz şerbet, o insanda alışkanlık yapacaktır. Hep dediğim gibi, atalarımızın dediği gibi; "Yılanın başını küçükken ezeceksin" tabiri insanlara kendini ilk nasıl tanıtırsan sana karşı davranışları o yönde değişir olacaktır. Eğer karşınızdaki kişi aynı hatayı iki, üç, dört ya da daha fazla yaptıysa artık denemeyin. Argo dilinde "yüz vermeyin" Yıkın!
Korkmayın yenisini muhakkak kurarsınız. Hayat kumdan bir kale için gerçekten çok uzun. "Alışmaya” çalışmak yerine incinen yerlerinize her gün küçük yamalar dikmek yerine... Hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi?
Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen yıkmak gerekmez mi?
Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi?
Selametle...
Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi?
Selametle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder