26 Aralık 2015 Cumartesi

Kalemimden Yazısız Kağıtlarımın Sebebi



Öyle utangaç tebessümle durma karşımda. Ellerini de görebileceğim bir yere koy. Yanlış anlama bu bir tutuklama değil. Gözlerime mühürlüyorum seni sadece o kadar… Dediğim gibi çok da gülme. Çünkü öpesim geliyor gülüşünden… Ne yumuşaktır kim bilir tenin, ellerin… Ellerinde bin bir renk var biliyorum. Ellerini öpüşüm bundan. Hani bir bebeğin avuç içlerini öper gibi, kokusunu içine çekerek... Böyle şeylerin verdiği huzur anlatılamaz.

Sımsıkı da sarılamam sana. Kırılırsın, incinirsin. Ve sana her bakışım ürkektir. Sen konuşurken bana bakma, öyle daha rahat incelerim yüzündeki gül bahçesini. Ellerini diyorum ellerini! Görebileceğim bir yere koy. Dokunmak şart değil, görsem yeter. Böyle dediğime de bakma. Sen ne anlatsan aklım ellerini öpmekte olur. Ben böyleyim işte… Aldım mı huzurun tadını aklım fikrim sana zincirlenir, ellerine…

Bu duyguların biteceği yok sanki… Bitmesin gerçi. O kadar mutluyum ki yıllar sonra suyu dolan nehir misali. Yıllar demişken yılların böyle geçtiğini varsayalım. Saçların topuz, başın göğsüme değdiğinde parmaklarım saçlarına dokunmakla ödüllendirilir. Seninle üçlü koltukta sarılıp iki battaniye ile bir olunur. Filmler tekrar izlenilir. Ezberlenen replikler sen varken unutulur. Mutfakta demlik yakılır, belki yemek alabilir yerini. Hergün aynı çeşit yemeklerle doyulur. Sen dokundun diye yoğurdun tadı başka, ekmeğin tadı başka oluverir. Sonra sen gülümsedin diye uğruna bir ömür serilmiş olur…

Emekli maaşı almaya birlikte gidilir ve dahası birlikte sıra beklenilir. Oturacak yer olmasa bile, iki genç dürtüklenir, dinlenmen için sana yer hazırlanır. Maaş’a küfür edilerek birlikte eve geri dönülür. “Anahtar hangisi?” karıştırılır. “Yeşil saplı dış kapının mıydı?” yoksa “Mavi olan evin miydi?” . Tüm bunlar sen varsın diye olup bitiverir.

Tüm renkler sen bakıyorsun diye maviye dönüşür. Ben bakınca siyaha… Ama ben sana bakınca cennet görülür. Cennet rengarenktir, siyah bir renk değildir. Gülüşüne gökkuşağı denilir, gök; sen’sindir…
            
            Ve en güzeli ise, kalabalığın içinde öptüğümde ki o utangaçlık kokan sırıtarak yüzünü çevirmen hala aynı güzelliğindedir…

             Geç geldin sen, hiç gitme…

24 Aralık 2015 Perşembe

Kalemimden Rüyadan Uyanmak


   
 Bazen en güzel hikâyeniz hiç ummadığınız bir anda bitiverir. Sonsuza dek süreceğini sanırsınız oysa. Gözlerinizi açtığınızda her şey birden eski yapay çirkinliğinde yaşanmaya devam ediyordur. Hâlbuki gözleriniz kapalıyken hafif sarhoş bir haldeyken duyduğunuz baş dönmesiyle birlikte dizlerinizin titrediğini hissediyordunuz. Gözlerinizi açtığınız anda bu baş dönmesi de bitiyor dizlerinizdeki hafiflikte. Ardından bir dünya ağırlığındaki yükü omuzlarınızda hissediyorsunuz ve kalbinizdeki büyük boşluğu. Tekrar gözünü kapamak ne işe yarıyor ki. Tıpkı çok güzel bir rüyadan uyandıktan sonra tekrar gözlerini kapayıp kaldığınız yerden devam edememek gibi. Yani sonrası hep hüsran.

     Hep hayal kırıklığı oturup ağlamak bile istemiyorsunuz. Konuşup insanlara anlatmak istemiyorsunuz. Her şey bitmiş olsa bile bu hikâyenin sizin sayfalarınızda yazıyor olmasının gururunu yaşıyorsunuz belki. Bencilce kimseyle paylaşmak istemiyorsunuz da. Geriye dönüp bu hikâyenin kahramanlarını bile istemiyorsunuz yanınızda yeni bir hikâyeye ise hiç gerek yok.
Hayata bir yanınız eksik bakıyorsunuz yarım yaşıyorsunuz her dakikayı. Ama işin ilginç tarafı yaşıyorsunuz. Öylesine de olsa yaşıyorsunuz kendinizle anlamsız duygularınızla herhangi bir suratla başka bir maskeyle yaşıyorsunuz.

      Sizi görenler farkı hemen anlıyorlar; Ne olmuş olabilir ki? Bir insan bir günde nasıl bu hale gelmiş ki? Neden bişey anlatmıyor? Neden gözleri hep uzaklara bakıyor? Ya da kimi bekliyor olabilir? Böyle bir yerde bekleyerek nasıl umudunu kaybetmiyor?

     Çevrenizde dönen milyon tane soruyu duymuyorsunuz bile. Cevapsız sorularla ne yapabilirsiniz? Anlatırsanız hikâyenin sihiri bozulmaz mı? Anlatacak bir cümlede bulamazsınız zaten. Onu suçlamak değildir niyetiniz hikâyede son noktayı koymak ona ait olsa bile. Kimse ona kızmasın sizi bu hale getirmeyi belki o da istemezdi…

     Siz de öyle...

10 Eylül 2015 Perşembe

Kalemimden Başla İşte Bir Yerden

      Günlük hayatın o sıradan hengamesi içinde insan düşünmeden ne güzel deviriyor günleri. İnsanların söylediğine göre yaşım daha gençmiş. O zaman her günü “Hadi bu günü de devirelim, gerisi Allah kerim” deyip devirmem çok da akıl karı olmasa gerek. Günler uzamasında hemen akşam olsun, uyku vakti gelsin, bir gün daha eksilsin kafası ben de işe yaramayacak ama umut işte. Bir fakirin ekmeği bir de benim.

      Aşık olsam daha güzel geçermiş zaman, daha pembe belki. Öyle diyordu geçen konuştuğum abla. Adını da bilmiyorum ki abla dedim ben de. Böyle dediğimi görünce kızmasa bari. Tüm yakınmalarımı eli çenesinde dinledi o gün. Ne adımı sordu ne nereli olduğumu ne de okuyup okumadığımı. Onu ilgilendirmeyen ve beni de pek ilgilendirdiği söylenmeyen ama insanların merak ettiği soruları sormadı. Kaç yaşında olduğum, babamın ne iş yaptığı, büyüyünce ne olmak istediğimle hiç ilgilenmedi.
      Oysa ilkokuldan beri kendimizi hep böyle tanıtmadık mı? Babamızın ne iş yaptığı, nereli olduğumuz, kaç kardeş olduğumuzla ilgilenmedi mi insanlar? Kimse hangi rengi sevdiğimizi, kendimi nasıl hissettiğimi sormadı. Evde kimse olmadığında elimde uydurma bir mikrofonla şarkı söylediğimi, kitap okumayı çok sevdiğimi, ilerde bir film çekmek istediğimi adına bile kara verdiğimi, onu da en sevdiğim kitabın adına benzediği için seçtiğimi, aslında oyuncalardan nefret ettiğimi ama sırf annem aldığı için onlarla oynamak zorunda olduğumu, çok kötü biri olduğumu düşündüğüm için her gece gizli gizli ağladığımı kimse bilmiyordu. Etiketler yapıştırmaktan başka bir şey öğretmediler bana. Ben de bahsetmedim kimseye bunlardan. Öğrendiklerini göstermek isteyen çocuklar gibi kendimi bana öğretildiği gibi tanıttım. Sonra da basmakalıp sözlerle anlatmaya çalıştım içimdeki sıkıntıyı.
      Öyle heyecanlandım ki karşısında konuşurken. Sayısı Türkçe kurallarını zorlayan, imla kurallarını hiçe sayan uzun cümleler kurdum. Öznesini bildiğim ama yüklemini hiç göremediğim cümleler. “Gitmek istiyorum bazen. Yok, hayır, çoğu zaman. Gittiğimi sadece hayal edebildiğimi bile bile inatla içimde büyüyen gitme isteği tuhaf evet. Nereye gideceksin be oğlum? Deyip başka hayaller peşinde koşmaya devam etmek, benim gerçeğim bu. Her hayalin her isteğin sonu bu. Kapana kısılmak gibi klişe olan kelimelerle anlatmaya çalışmak ama özünde sadece ‘yalnızlık’tan ibaret olan koca bir boşluktayım….” Boşlu metaforunu kullanarak, okuduğum onca kitabın izlediğim onca filmin hakkını vermiş olmanın haklı gururu içerisindeyim.
     Anlattım, anlattım anl…. O da dinledi beni. Anlatırken beni anlayıp anlamadığını hiç merak etmedim. O kadar güzel dinliyordu ve ben kendimi anlatmayı o kadar uzun zamandır bekliyordum ki durmadan anlattım. Bütün kelimelerim o masanın üzerine dökülüyor ve masa tarafın yutuluyordu sanki. Ve ben sanki konuşmaya yeni başlamış gibi durmadan anlatıyordum. Aradan ne kadar zaman geçti ben ne kadar konuştum ne anlattım neyi anlatmaktan son anda vazgeçtim bilmiyorum. Bütün kelimeleri tüketip geriye koca bir hiç kalana kadar anlattıktan sonra garsonun masaya oturduğumda getirdiği ve soğuyup iyice acı bir hal alan çayı üç yudumda içtim. Çayı sıcak sevdiğimi unutmuşum gibi. Ablanın yüzüne baktım. Meraklı gözlerle bana bakıyor bir şeyler söylememi bekliyor gibiydi. “Beyefendi ne konuşacaksanız artık konuşalım beklemek istemiyorum daha fazla.” Dedi. Anlatmaya başladım. “Sizinle konuşmak istediğim şey…..”
      Selametle....

28 Ağustos 2015 Cuma

Kalemimden Bir Yıldız Kaydı

 
    Her insan yalnızdır. Her insan bir o kadar fazla... Öyle bir yaşıyoruz ki artık günümüzde, bahsettiğim diğer insanlara karşı hep bir "nefs-i müdafa" başlıklı iletişimler, her cümlenin her kelimenin altındaki diğer bir anlamı sorguluyoruz. Sorgulamakla kalmıyoruz, o diğer anlamların yine o diğer insanlara karşı sergilediğimiz bir karakter betimlemesini değiştirmesinden, o karakter betimlemesinin önüne geçmesinden korkuyoruz.
     Eskiden bu geniş lügat daha ortada var değilken, bir süre sonra dilimizden harfler dökülemeyince çözümü kavgada arar mışız. Bence çok daha güzel. En azından herkes birbirine karşı düşüncelerini yüzüne karşı söyler, herkes kim hakkında ne düşünüyor bilirmiş. Sizce de çok temiz ve safça değil mi?
      Peki bu düşünce ve iletişim savaşının içinde nasıl huzura erer insan düşünüyorum... Hep var olduğundan çözümü bulamıyorum. İnsan kendi kendine bunları düşündükçe maalesef tüm sinirini beyin küllüğünde söndürüyor.
     Bence, bir tane dostunuz olsun, "harbi" dostunuz olsun. Onu ailenizden birisi gibi görün. Ailenizden daha çok görün, elinizden gelen tüm imkanları onun iyiliği için sergilemekten kaçınmayın. Onun iyiliği için çaba gösterin. Bunları yaptığınızda karşılığını aldığınızda sırtınızı yaslayacağınız "baba" dan sonra bir duvar daha olur her zaman. Babanızla bile görüşemeyeceğiniz herşeyi, her iletişim savaşınızı onunla oturun "Gülerek" konuşun. Tüm stres ve sinirinizi onunla giderin. O siniri, onunla muhabbet denizi açıklarında bırakın, o ortamda bırakın. Beyninizi tüm bu savaş stresinden uzakta tutun. Huzur ve mutluluk sizinle olacaktır...
     Malum tartışmalar... Onlar hep var. Şöyle de bir güzelliği var en açık şekilde bir tartışma. Tıpkı eski usul kavga gibi. Birbirinize son derece açık sözlülükle her şekilde vurabilirsiniz, cümlelerin altında birşey arama gibi bir savaşın içine dahil olmadan, nefs-i müdafaa gerektirmeden. Çünkü onunla yapılan tartışma orada kalacaktır. Dışarısı bunu bilmeyecektir, karakter betimlemeniz aynıdır. En kötü durumda bile bu güvenin orada olması ne kadar güzel değil mi sizce de?
     Ve son cümlem, ne kadar tartışsanız da ne kadar kavga etsenizde düzeltecek olan yine "oradaki" açıklık, saflık ve güvenilirlik olacak. Tabi geri dönülmeyen bir adım atmadıysanız. Ve son cümlemi bir öneriden yana kullanacağım... O dostunuzun gönül münasebeti olan birisini aranıza sokmayın... Ve yine o gönül münasebeti olan kişiyle muhattap olmayın. Ve yine o gönül münasebetiniz olan kişiye dostunuzu değişmeyin. Çok kaba bir tabirle, onlar gider dostun hep yanındadır...
     Selametle...

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Kalemimden Artık Gel

      Biliyorum uzun zaman oldu... "Düşüncelerden kaçma" ismini verdiğim ve kendime ayırdığım zaman döneminden geri dönüyorum. Olmuyor...
      Rutine mi alışamadım, kasvete mi bilemiyorum. Ama bu hayat beni sahiden mutlu etmiyor. Ne yapmalı? diye düşündükçe aydınlanacağım konulardan da mahrum kalacağım korkusu kapladı artık içimi. Yalnızlıktan mıdır nedir içimdeki bu deprem yaratan mutsuzluklar bilemedim.
     Belki çok klişe bir şey ancak toplayıp pılımı pırtımı gidesim geliyor ama gittiğim yerde bulabilecek miyim bilemiyorum. Bulamamaktan ziyade hiç alışamadığım "büyümek" in bıraktığı sorumluluklar can yakıcı derecede beynimin içini deliyor. Gidemiyorum.
     Her neredeysen, her kimsen, hayatın içinde neysen artık gel. Sabır dedikleri tabir cihanları deldi bende. Bir tutam mutluluk istiyorum, çok görme gel.
     Selametle...

10 Temmuz 2015 Cuma

Kalemimden "Daha 19 Yaşında!"

     Bir anne düşünün, evladı için "keşke kurşunla öldürselerdi" diyebilen, yürekleri yakan.
     "Vurmayın öldüm!" diye haykıran bir çocuk...
     Bir bildiği var bu çocuğun, kolay mı öyle 19 yaşında ölmek!
     Buraya bunları yazmak bile bu kadar zorken, nasıl linç ettiniz köpekler; aklım almıyor!
     Ne atılan ilk çelmeyi, ne başına vurulan son tekmeyi ne de sana dokunan o ellerin sahibi, ölüsüne leş dediklerimize bela okumayı!

21 Haziran 2015 Pazar

Kalemimden "Susuyorum"

     
Ne keyifle okuduğum şiirler ezberimde, ne de bağıra çağıra söylediğim şarkıların sözleri. Dalgın gözlerle yürüdüğüm caddelerde kayboluyorum.

     Sonsuz bir inatla sarıldığım radyodan gelen o harika melodilerin de tadı yok? Peki ya o yağmurda iliklerime kadar ıslanmalarımı kim çaldı benden? Bilmiyorum!

     Susuyorum artık... Sustukça susuyorum. Sustukça, üzerime gelen insanlardan kurtarmak için ruhumu, suskunluğuma sarılıyorum. Ama yine de saplanıyor yüreğime bazı kelimeler. Bazıları da acıtıyor üstelik…

     Sessiz geceler benim için sığınılan bir liman sanki. Kendimi bulup bulup kaybettiğim karanlıkta, şöyle bir uğradığım kelime hazinem de bir anlam ifade etmiyor. Düşünüyorum da bu güne kadar hep; gibi yazmışım, gibi okumuşum, gibi söylemişim ve en önemlisi; gibi sevmişim...

     Elbette hiçbir şey, ben ol deyince olmaz. Bunu biliyorum ama zaman da geçiyor hızla. Tükenmez sandığım bütün sözler bitiyor ve ben de yavaş yavaş tükeniyorum... Onca yıldan sonra; hayata dair ne kaldı ki elimde? Kocaman bir hiç! Öyleyse neden bunca çaba, neye bunca isyan?

     Öyle anlamsızki yaşadığım hayat. Her şey az sonra gerçekleşecekmiş gibi duruyor,
elimi uzatıyorum tutmak için, kayboluyor. Benim dışımda kopuyor bütün kıyametler
ve ben kendime uyan bir kıyamet beğenmiyorum…

     Kalbime bir kurşun sıkacak gönüllü katilimi arıyorum ya da yüreğime su serpecek elin sahibini... Toprağa ateşi düşürecek, denizi yakamozlarla süsleyecek sesin sahibini… Artık basit şeyler bekliyorum yaşamdan. Örneğin, kimselerin bilmediği sırlarım olmalı ölürken... Kimselerin gitmediği sokaklarım olmalı... İçimi
kanatan özlemlerle yaşlanıp, sonra da sessizce gitmeliyim bu dünyadan.

     İşte yine susuyorum; siyah bir geceye dönüyor her anım ve okuduğum her şiir
kanatıyor yaralarımı. İçimdeki çocuk ölüyor... Yalancı gülümseyişlerle beni ciddiyete çağıran insanları da önemsemiyorum. Elimden kayıp gidenlerden korkmadığımı bilmiyor ki hiç biri…

5 Mayıs 2015 Salı

Kalemimden Seni Sana Yazdım

   
 Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.
     Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu bende. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu, diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?
     Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.
     Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.
     Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.
     Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başında içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.
     Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.
     "Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum, neler yazmışım diye merakımdan.
     Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.
    Ancak ben sana ulaşacak tüm yollara nasıl gideceğimi çoktan unuttum, kendime yeni yollar çizmeliyim.
    Senin yollarına benzeyen...

20 Nisan 2015 Pazartesi

Kalemimden Şiir Çevirisi

   
 Bir zıtlıktır aşkı aşk yapan. Düz yazıyı şiir yapar o, şiiri düz yazıya çevirir yokluğu.. Neydi seni sen yapan bilmem, sorgulamam da ama beni ben yapan tek şeyin sen olduğunu anladığımdan bu yana sensiz olmanın anlamı ''kabus''un karşılayacağı anlamdan oldukça daha korkutucu.. Sanki daha önce yokmuşum gibi, sanki daha önce nefes almazmışım gibi kendini bilmezlikler üzerimde.

     Neyim, neredeyim, ne istiyorum hiçbirşeyi bilmeden ''salla yolla hayatlar'' da kaldım. Hem de tek başıma. Nerdesin? Kimlesin? Anlamak istemiyorum. Bazı sabahlar hala sana uyanıp, nefesinde can buluyorum ya ben. Boşver o yüzden. Nerede olursan ol sen, kiminle olursan ol sen. Bilmesem de hala yaşadığını hissediyorum ya çok bile.

     Böylesi bir aşkı hiçbir insanoğlu haketmedi. Bana kalansa hala hissedebildiklerimle yetinmek. Şükürler olsun tanrıma. Nefes alıyorsun hala. Hala geçmişinim.. Bilmediğim geleceğinim. Ama tenimde ama hayallerinde..

     Karışıkların var engel sarılmalarımıza. Yollar var önünde uzunluğunu bilmediğin. Engel sandığın herşey bir geçişken biz olmaya, yanlızlığı seçtik tereddütsüz, planlamadan. En güçlü olduğum zamanlarken varlığının yanıbaşı bu kaçış bir ispat galiba hem sana hem kendime.. ''BEN de benle olabilirim''diye.

     Asi başım bir sana koşulsuz olduğundan belirtiyorum ben sevdamızı.. en çok da bana ağır sevdamızı. Şiir tadında bir yazı bu. şiir gibi başlarken duygusunu korkularında yitiren.. Varlığının yanıbaşı şiir kurduğum ama söyleyemediğim zamanlarımmış meğer.

     Yokluğun hep düz yazı. Noktasını hangi cümlesinin sonuna koyacağımı bilmediğim uzun uzadıya cümlelerden örülü,paragrafsız, başlıksız bir dağılış yokluğunun sayfasında gecenin ya da gece olmaya meilli her gündüzün..

     Şiir olmaya aday şimdi kelimelerim düz yazı oldukça da şiirleşiyor senden benden sevdamızdan yana durmuş. Şair olmak koca kapılar açacakken biz olmaya doğru ''YAZAN'' oldum sadece ''YAZAR'' bile değil. Umutsuzluğu anlatmıyorum ben umudum öyle çok ki. Çaresizliğimi de acındırmaya çalışmıyorum ne kendime ne kimseye. Bir seçim ve sonucudur tüm dillenebildiklerim. Ben seni seçerken sensizliği seçtiğimi bile bile dimdik yürüdüm ellerinde ellerim. Belki de yarını asla olmayacak birgün yaşarken dizlerinde, sıkmadım hiç canımı anımızı bozmamak için. Sormadım sana ''peki ya bundan sonra'' diye.. Hiçbir yük vermedim omuzlarına..

     Bir düz yazı bu şiir olmaya aday. İmlaları eksik, biraz kaptırmış yazıyorum. Kuralsız yazdığım bir hikayem olmadı hiç şimdiye dek defterimde ama seni yazdıkça sana yazdıkça unutuyorum kuralları. Serserileşiyor bütün herşey. Sadece sen, ben, içtekiler ve yazabildiklerim Türkçe'ye uymaksızın.

     Başka bir dil bu. Biraz sence biraz bence. Belki sadece benim belki sadece ikimizin bildiği bir dil. Şiir olmaya aday bir düzyazı bu. Deneme sadece. Sevgileştikçe kaçıştıran bir anlatım.
Hepsi bu...

7 Nisan 2015 Salı

Kalemimden Onarma, Yık!


    Kumdan bir kale düşünün. Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız. Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra heybetli surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor. Sizse elinizde küçük plastik kovanız, sahilden topladığınız kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor. Küçük plastik kovanızla habire koşturup duruyorsunuz. Kan, ter ve panik içinde!.. O kadar odaklanmışsınız ki “onarmaya”, bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz.

     Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edilebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceksiniz.

     Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor. Zorladığınız ilişkilerinizin bazen zorlamayı haketmediğini bilmeniz gerekiyor. Bir insana verdiğiniz şerbet, o insanda alışkanlık yapacaktır. Hep dediğim gibi, atalarımızın dediği gibi; "Yılanın başını küçükken ezeceksin" tabiri insanlara kendini ilk nasıl tanıtırsan sana karşı davranışları o yönde değişir olacaktır. Eğer karşınızdaki kişi aynı hatayı iki, üç, dört ya da daha fazla yaptıysa artık denemeyin. Argo dilinde "yüz vermeyin" Yıkın!

     Korkmayın yenisini muhakkak kurarsınız. Hayat kumdan bir kale için gerçekten çok uzun. "Alışmaya” çalışmak yerine incinen yerlerinize her gün küçük yamalar dikmek yerine... Hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi?

     Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen yıkmak gerekmez mi?

     Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi?

Selametle...

17 Mart 2015 Salı

Kalemimden Bakıpta Görememek

 
     Tamda başlıkta olduğu gibi "bakıpta görememek" deyimini iliklerimde hissettiğim şu günlerde keyfim yerinde, neşem bir tutam olsun gülümseyişlerimden dökülen sinir bozucu hisler gibi güzel.

     İç rahatlamasının verdiği huzurun, kendimdeki yansıyışlarını her yerde görür gibiyim. İnsan bazen kurallara göre değilde, içinden geleni faaliyetlerine döktüğünde rahatlıyor. Kendim çaldığım o son bitiş düdüğü yine kendimi rahatlattı. Beynime ve sinir hücrelerime yaptığım bu jest kimine göre doğru olmasada sonuç olarak daha iyiyim. Keyfini çıkarıyorum...

     "İnsan bazen gerçekten de bencil olmalıymış" cümlesi ise kendime edindiğim yeni ders oldu. Şimdi ise daha iyiyim. Rahatım, her zamanki gibi ukalayım, davranışlarımdan duydukları rahatsızlıklardan mutlu olabiliyorum. Kendimce, kendimle yaptığım savaşı kazandım gibi...

     Her makalemde olduğu gibi sizlere tavsiyem ise, sonucu her ne olacaksa olsun, her pahasına doğruysa doğru, yanlışsa yanlış... İçiniz nasıl rahatlamak istiyorsa öyle davranın.

     Bırakın ucuz aşk oyunlarınıza sinir hücreleriniz karar versin...

     Selametle...

9 Mart 2015 Pazartesi

Kalemimden Hislerin İhtilali

   İnsanın rahatlaması gerekiyor bazen ancak rahatlamaya elveriş sağlayacak birşey bulamıyor. Bu duygu belirsizliği insanı yüksek dalgalı bir okyanusa sürükler gibi sanki...
 Bazen olur ya, kafan düşüncelerle dolar taşar da söyleyecek tek kelimen yoktur. Tamda o noktadayım. Kuşbakışı bakıldığı zaman hiçbir şey yokmuş gibi sanki yukarıdan, ama öyle değil.

     Hiçbirşeysizlik midir acaba beynimin içinde çalışan tershane, bilemiyorum. Yazmak istiyorum, rahatlamak istiyorum ama yazamıyorum maruz görün. Olumsuzlukların güzel yanlarıyla mutlu olun mesajları verdim şuana kadar ancak hiçbirşeysizlikten nasıl mutlu olunur? Çözemiyorum.

     İnsanlarda arıyorum şifamı bazen. "çözüm olmuyor" da değil aslında. Ancak karşı tarafa güvenemediğiniz gibi herhangi bir kırgınlıkta ise bir çölde hissediyorsunuz kendinizi. Kimseyle ne konuşasınız, ne güvenesiniz ne de adam yerine koyasınız kalıyor.

     Sizlere tavsiyem ise hayattaki meşgullüklerinizden rahatsızlık duymayın. İlgilenin, ilgilenin, ilgilenin. Muhakkakki bu meşgulsüzlüklerinizin sizlere yolları bölecek kavşaklar getirecektir.
Hayat mı boş? diyorum bazen. Soruyu sorar sormaz ise "hassiktir lan sende" diyesim geliyor kendime. Çok klişe hissiyat.  Bilmiyorum arkadaşlar, meşgulde olamıyorum. Bu nasıl bir yanlızlıktır canına yandığım...

Hiçbirşeysizlik temalı bu makalemde sizlere vereceğim son anafikirimde yok.

Selametle...

3 Mart 2015 Salı

Kalemimden Ne İstediğini Bilememek


     Sana kapımı her açtığımda, sandal ağacı kokusu doluyordu odama... İlk geldiğin gecelerin birinde " sende aradığım ne" dediğinde bana, "belki de birbirimizin hüznünde gözümüz var" demiştim sana. Gecenin bir yarısı hep aynı adrese koşuyorsa insan, ya dinlemek, ya anlatmak için çalıyordur o kapıyı. Ne diyordun?
-Neyim var ki anlatacak. Bir adam. yorgun, bezgin... Hem ben yazamam, yani yapamam.

     Geceler iki gün arasına sıkıştırır insanı, ezer. "Çözül" der tüm karanlığının içinde. Kendinde çözülürsün de sonra akarsın bir yere. Yazılara, yabanlara, cümlemiz gibi cümlen gibi. Savrulursun da savrulursun yorulursun bazen serseri ruhundan, yorulursun taşmaktan, kalmak istersin... Aktığında dolacağın bir çukur ararsın. bulursun, dolarsın, durursun ve kalırsın... Ancak çukurun içindeki girintilere dolup biraz parçalandığında, kendinden bir şeyler koptuğunda anlarsın… Durmak yorar seni. Kalmanın yetersiz olduğunu anlarsın, aradığın kalmak bu değildir, başka bir şeydir. Anlatırsın, denersin, denersin. Bezgin olur adın, beklide geçimsiz. Bırakırsın kendini, sürüklenirsin. Anlatamamaktan yorulmuşsundur...

     Kıyıya vurmuş duygularının kalmak istediği yeri biliyordun ancak hala arıyordun, kaybolacağın yeri arıyordun, karışacağın yeri arıyordun.

     Sürükleniyorsan tutulmak, donmuşsan çözülmek, bir sandalsan yansımanı görmek istiyordun.
Kendini sandal ağacı kokusuyla örten, hüznüme gözlerini diken sen; hüznümde senin bir yanını anlatabileceğim bir yer arıyordun bir mart zamanında.
Gözelerde uyumak isteyen ırmak gibi, kuru bir yaprakla konuşmak isteyen rüzgar gibi, sürgünlerine hasretli toprak gibi... Sen sustuğunda ben kendimi dinliyordum. Öyle seyrettim işte seni, öylesine. Kendim gibi, bilir gibi. Bildiğimi bilmemen gibi…

     Beklide bildiğimi bilmeni bekliyordum, bilip bana karışacak o ağacın yaprağı olmanı... Çünkü dokunsan tanırdın beni… Hüzünlerimizde gözümüzün olduğu kadar, hüzünlerimiz aynıydı sanki…

     Biz neydik biliyor musun?...
     Selametle....





3 Şubat 2015 Salı

Kalemimden Güçlülük İkilemi

     Evet biraz daha iyiyim. "Alıştım, korkmuyorum" gibi klişe kelimelerin rüzgarında ateş yaktım doğru. Zor görünen bir olayın daha zor olanını başardığında daha dirençli oluyor sahiden insan.

     Kendi yaktığım ateşte günlerce yandım belkide... Başarması çok zor oldu belkide. Her birşeye güzel yönden bakması gereken bizler gibi bakıyorum, içinde yandığım ateş, içimde donan buzları iyice eritti. Katı değilim, ısındım soğuk değilim, bakabiliyorum, diyalog kurabiliyorum bu bir doğru. Her ne kadar bakmak, diyalog kurmak, ısınmak istemesemde...

     Kendime güvenim gelmiş olması ise iyi olan. Özgüven o kadar çabuk giden, en basit bir olumsuzlukta kaybolan, hemen satan, değer tanımaz, harcamayı seven o kadar narin bir hiski, bunu yerine getirebileceğimi bana öğrettiğin için öncelikle teşekkürlerimi sana borç biliyorum.

     İnsan hayata dair yaşadığı tecrübelerini kendine ders çıkarabildiğinde büyüyor. Yani, olgunlaşıyor. "Ders almak" deyimini kendine ders almış birisi olarak, aynı boku yine yiyeceğimi biliyorum. Bunun önüne geçtiğim zaman daha da güçlü olacağım. Demin bahsettiğim gibi, zor olanın da zorunu başardığımda... Bunu başarması ise zor olanın ötesindeki zorluğun biraz daha zoru. Çok 'Zor'lu bir kelime oldu ama bu cümlelerin ağzımdan şuan çıkışı bir o kadar kolay.

     Kendime olan güvenin bugün yerine oturmuş olması ise, zamansız yazdığım bu makalemin sebebi oldu. Sizlere önerim ise, karşınızdakine duygularınızı söylemek için beklemeyin. Birbirinizi arkadaş olarak tanıyıp, sevgili olduğunuzda ise farklı sıfata giren o kişinin yeni tanıyamadığınız özelliklerine alışacağınıza direk sevgili sıfatında tanıyın, geç kalmayın. Karşınızdakini bir kuzu varsayacak olursak, dışarda dolaşan kurt çok olacaktır. Ve karşınızda ki ise, kuzuların arasındaki en aptalıdır. Emin olun kuzunuza kesilip yenmiş, unutulmuş bir ölü gibi bakacağınıza böylesi daha iyi olacaktır.

     Kim bilir belki buda makaleden çok bir derstir...

     Selametle....

   

26 Ocak 2015 Pazartesi

Kalemimden Değer Katilliği

      Yalnız kalmak iyi gelmiyor bu günlerde... Acımla dalga geçiyor yalnızlık. Pul biber tadında ki hayatımın en acı kesitlerini alıp film yapmış utanmaz.Tek kişilik sinem oda da bir ben, bir perde, bir de o kendini bilmez.
      Gülerek açıyor perdeyi; al sana "Elma" sokağındaki çocukluğun diyor. Tekrar tekrar yaşatıyor bana yaşayamadığım o saklı çocukluğu... Sonra ikinci perdeyi açıyor; al sana aşk diyor. Bu gün bile kalbimi titreten o kadını gösteriyor bana... Üstelik tam da unutmuşken... Yakıyor canımı pul biber gibi. Sıra üçüncü perdede; "dur" diyorum, yeter! Dinlemiyor beni, ben ağladıkça, benim canım yandıkça daha da keyifleniyor. Bütün acımasızlığıyla savuruyor perdeyi; al diyor bütün hayatın, bak diyor tek güvendiğin adam... Dayanılmaz bir sancıyla kıvranıyorum. Yetmiyor acıttığı, sıra son perdede. Ne kadar yapma , etme desem de nafile. Acımla güçleniyor kalleş. Açıyor kahkahayla son perdeyi; al sana geleceğin diyor: Dünyanın bütün insanları sokağa dökülmüş sanki, bense aralarındayım. Görmüyor kimse beni, ne demek oluyor bu? İşte sonun; kimsen yok benden başka, çaresiz bir zavallısın diyor bana. Zehir zemberek bir pul bibersin sen diyorum. Sadece gülüyor...
     Ah be hayat yine yaptın yapacağını... Ruhum kimsesiz sokakların, zina köşelerinde yalnızlıkla sevişip, hayal kırıklığını doğuruyor...

     Ulaşmaya çalıştığın şeyin aslında o şey olmadığını, zamanını boşa verdiğini anlamak gibi...
     Bir şarkıyı söylerken birden artık o şarkıyı kimsenin hatırlamadığını anlamak gibi...
     Yıllardır baktığın aynanın camının kırık olduğunu anlamak gibi...
     İçin kan ağlarken gülmeye çalıştığın için aslında hiç üzülmediğini düşünmeleri gibi...

Selametle...

21 Ocak 2015 Çarşamba

Kalemimden Sebep, Sonuç

     Çok özlem, çok duygu ve özlerken bir çok kırgınlık. Çoğu kez hislerimi öldürdü! Yoğunlaşabildiğim ve aklımın yitirilmesinde iki, üç düşünceden sıyrılıp sığındığım; yokluk acısı...
     Alışmak şimdi çok tanıdık bir komşu ve suçlu olan ise tereddütsüz sensin.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Kalemimden Kendinize İyi Bakın

Keyiflenip sigara yakmak,
Keyif sigarası yakmak,
Keyiflenmek,
Keyiften sigara yakmak,
söylerken bile ağlamaklı bir gülümseme pat diye oluşuyor suratımda. Ah gururumuz ağlatmıyor da insanı, başın dik durmak ağlayamamak, ne dramatik ama değil mi?
     Kime gurur yapıyoruz bunu bile bilmiyoruz, içimizde veyahut kafamızda yarattığımız güçlü karakterlere yenilmemek için yoksa bunca gurur?  Bilemiyoruz, bilmiyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum...  Hâla düşünüyorum... Durdurmak mümkün değil biliyorsun, düşünüyorum.. Yanıtı bilmiyorum, zaten bilmiyorum diyene kadar aklımda saçma sapan düşünceler çoktan atışmaya başladı bile.
     Daha ne kadar delireceğim bilmiyorum fakat, bir sigara yakmalıyım, çakmağım sigarasına kavuşmalı.
Keyiften mi yakıyorum sizce?
-Hayır.
Benim sigaram çaresizlikten yanar.
     Çaresizlikten bahsediyorum, hepimiz mi bu kadar çaresiziz. İşte bu neden den dolayı, biz yalnızlığı güçsüz insanlara yükleyip, gözyaşlarımızı kazağımızın koluyla silecek insanlar olacağız. Güç her zaman güç müdür? Bazen güç bile yorar insanı, ayakta duramayacak hale geldiğimiz zamanlar da oldu. Çok aptalız. aptalız. mükemmel aptallardanız. Güçsüz olmak varken gücü seçmek en büyük aptallıktı.
     Dişlerinizi sıkıp, parmaklarınızı yumruk haline getirip sıkmaktan, kendinizi güç ile beslemekten vazgeçin. Ağlayın, ağlayın, ağlayın. Hadi.
     Göz yaşlarınızın dudağınıza değmesine izin verin...
     
Selametle...